بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ أَنزَلَهُ ٱلَّذِى يَعْلَمُ ٱلسِّرَّ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِۚ إِنَّهُۥ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٦

(Onlara) de ki: «Onu göklerde ve yerdeki ğaybı bilen (Allah) indirdi.» Şübhesiz ki O, (bilhassa mü'minleri) çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

— Hasan Basri Çantay

وَقَالُواْ مَالِ هَٰذَا ٱلرَّسُولِ يَأْكُلُ ٱلطَّعَامَ وَيَمْشِى فِى ٱلْأَسْوَاقِۙ لَوْلَآ أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُۥ نَذِيرًا ﴿٧

(Yine) dediler: «Bu, nasıl peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor, çarşılarda yürüyor! Ona bir melek indirilib de (bu suretle) maiyyetinde (kendisini tasdıyk eden) bir inzarcı (yasakçı) bulunmalı değil miydi»?

— Hasan Basri Çantay

أَوْ يُلْقَىٰٓ إِلَيْهِ كَنزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُۥ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۚ وَقَالَ ٱلظَّٰلِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَّسْحُورًا ﴿٨

«Yahud ona (gökden) bir hazîne atılmalı, yahud onun, (meyvelerinden) yiyeceği bir bostanı bulunmalı değil miydi»? O zaalimler (kâfirler, mü'minlere) dedi ki: «Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi' olmuyorsunuz»!

— Hasan Basri Çantay

ٱنظُرْ كَيْفَ ضَرَبُواْ لَكَ ٱلْأَمْثَٰلَ فَضَلُّواْ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا ﴿٩

Bak, senin için ne misâller (kıyaslar) getirip sapdılar. Artık onlar (hidâyete) hiçbir yol bulamazlar.

— Hasan Basri Çantay

تَبَارَكَ ٱلَّذِىٓ إِن شَآءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِّن ذَٰلِكَ جَنَّٰتٍ تَجْرِى مِن تَحْتِهَا ٱلْأَنْهَٰرُ وَيَجْعَل لَّكَ قُصُورًۢا ﴿١٠

(Allahın şânı) ne yücedir ki O, dilerse sana bunlardan daha hayırlı olmak üzere (bu dünyâda dahi) altından ırmaklar akıb duran cennetler verir, senin için saraylar yapar.

— Hasan Basri Çantay

بَلْ كَذَّبُواْ بِٱلسَّاعَةِۖ وَأَعْتَدْنَا لِمَن كَذَّبَ بِٱلسَّاعَةِ سَعِيرًا ﴿١١

Onlar (yalınız o sözleri söylemekle kalmadılar) bil'akis o saati de yalan saydılar. Biz o saati tekzîb edenlere öyle çılgın bir ateş hazırladık ki,

— Hasan Basri Çantay

إِذَا رَأَتْهُم مِّن مَّكَانٍۭ بَعِيدٍ سَمِعُواْ لَهَا تَغَيُّظًا وَزَفِيرًا ﴿١٢

O, kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman onlar bunun o müdhiş gazablanışını ve uğultusunu duyacaklardır.

— Hasan Basri Çantay

وَإِذَآ أُلْقُواْ مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُّقَرَّنِينَ دَعَوْاْ هُنَالِكَ ثُبُورًا ﴿١٣

Elleri boyunlarına bağlı olarak onun en dar yerine atıldıkları vakit orada (Yetiş ey) helak (diye) bağırırlar.

— Hasan Basri Çantay

لَّا تَدْعُواْ ٱلْيَوْمَ ثُبُورًا وَٰحِدًا وَٱدْعُواْ ثُبُورًا كَثِيرًا ﴿١٤

(Onlara denilir ki:) «Bu gün bir (kerre) helâle (olmayı) çağırmayın, birçok (defalar) helak (olmayı) çağırın»!

— Hasan Basri Çantay

قُلْ أَذَٰلِكَ خَيْرٌ أَمْ جَنَّةُ ٱلْخُلْدِ ٱلَّتِى وُعِدَ ٱلْمُتَّقُونَۚ كَانَتْ لَهُمْ جَزَآءً وَمَصِيرًا ﴿١٥

De ki: «Bu mu hayırlı, yoksa muttakıylere va'd olunan ebedîlik cenneti mi? Ki bu, onlar için bir mükâfat, bir merci'dir.

— Hasan Basri Çantay

لَّهُمْ فِيهَا مَا يَشَآءُونَ خَٰلِدِينَۚ كَانَ عَلَىٰ رَبِّكَ وَعْدًا مَّسْـُٔولًا ﴿١٦

Orada ne dilerlerse, kendileri de muhalled olarak, onların. Bu, Rabbinin üzerinde (incâzı) istenen (beklenen) bir va'ddir.

— Hasan Basri Çantay

AYARLAR