بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَنَرَىٰهُ قَرِيبًا ﴿٧﴾
Biz ise onu yakın görüyoruz.
يَوْمَ تَكُونُ ٱلسَّمَآءُ كَٱلْمُهْلِ ﴿٨﴾
O gün gök erimiş ma'den gibi olacak,
وَتَكُونُ ٱلْجِبَالُ كَٱلْعِهْنِ ﴿٩﴾
dağlar yün gibi olacak,
وَلَا يَسْـَٔلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا ﴿١٠﴾
hiçbir hısım bir hısımı sormayacak.
يُبَصَّرُونَهُمْۚ يَوَدُّ ٱلْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِى مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍۭ بِبَنِيهِ ﴿١١﴾
Onlar birbirine (sâdece) gösterilirler. Günahkâr o günün azabından (kurtulmak için şunları) feda etmeği arzu eder: Oğullarını,
وَصَٰحِبَتِهِۦ وَأَخِيهِ ﴿١٢﴾
karısını, biraderini,
وَفَصِيلَتِهِ ٱلَّتِى تُـْٔوِيهِ ﴿١٣﴾
kendisini (aralarına katıb) barındırmakda olan soyunu sopunu,
وَمَن فِى ٱلْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنجِيهِ ﴿١٤﴾
ve yer (yüzün) de kim varsa hepsini. Ki nihayet (bu fedâkârlığı) kendisini (Allahın azabından) kurtarsın.
كَلَّآۖ إِنَّهَا لَظَىٰ ﴿١٥﴾
Fakat ne mümkin! Çünkü o (ateş) (kâfirler için hazırlanmış) haalis alevdir,
نَزَّاعَةً لِّلشَّوَىٰ ﴿١٦﴾
bedenin bütün uzuvlarını söküb koparandır (o).
تَدْعُواْ مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ ﴿١٧﴾
(Gel gel diye) çağırır: (îmandan, hakdan) yüz dönen, (tâatden) arka çeviren kişiyi,