بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

أَلَمْ نَجْعَل لَّهُۥ عَيْنَيْنِ ﴿٨

(8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?

— Diyanet İşleri

وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ ﴿٩

(8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?

— Diyanet İşleri

وَهَدَيْنَٰهُ ٱلنَّجْدَيْنِ ﴿١٠

(8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?

— Diyanet İşleri

فَلَا ٱقْتَحَمَ ٱلْعَقَبَةَ ﴿١١

Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.

— Diyanet İşleri

وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا ٱلْعَقَبَةُ ﴿١٢

Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?

— Diyanet İşleri

فَكُّ رَقَبَةٍ ﴿١٣

O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.

— Diyanet İşleri

أَوْ إِطْعَٰمٌ فِى يَوْمٍ ذِى مَسْغَبَةٍ ﴿١٤

(14-16) Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.

— Diyanet İşleri

يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ ﴿١٥

(14-16) Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.

— Diyanet İşleri

أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ ﴿١٦

(14-16) Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.

— Diyanet İşleri

ثُمَّ كَانَ مِنَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَتَوَاصَوْاْ بِٱلصَّبْرِ وَتَوَاصَوْاْ بِٱلْمَرْحَمَةِ ﴿١٧

(17-18) Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.

— Diyanet İşleri

أُوْلَٰٓئِكَ أَصْحَٰبُ ٱلْمَيْمَنَةِ ﴿١٨

(17-18) Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.

— Diyanet İşleri

AYARLAR